Raporlar

Kılıçdaroğlu’dan ‘Alçakgönüllü bir uygarlığın inşası’-3-

Kılıçdaroğlu’dan ‘Alçakgönüllü bir uygarlığın inşası’-3- … “Sabunla el yıkamanın Kovid-19’a yakalanmayı engellediği, salgının yayılım hızını düşürdüğü söyleniyor ancak milyarlarca insan bırakın el yıkamayı içecek bir bardak temiz su dahi bulamıyor…” detaylar haberimizde…

Kılıçdaroğlu’dan ‘Alçakgönüllü bir uygarlığın inşası’-3-

II. “Dünyanın tüm demokratları birleşmeli”

Elimizdeki mobil telefonlar, evimizdeki akıllı televizyonlar, bizleri dünyaya bağlayan internet ağları ve sosyal medya hesaplarımız sayesinde dünyayı bir köy olarak algılıyorduk. Unuttuğumuz ise dünyanın varoluşundan bu yana zaten bir köy olduğuydu. Evet, dünya varoluşundan günümüze her zaman, içinde bulunduğu çağın köyüydü. 1346 yılında başlayan ve yaklaşık dört yıl içinde Avrupa nüfusunun üçte birini öldüren büyük veba salgını… 1918’in mart ayında başlayan, altı ayda neredeyse tüm dünyaya yayılan İspanyol gribi salgını… Aralık 2019’da Çin’de ortaya çıkan, kısa sürede tüm dünyada etkisini gösteren Kovid-19 salgını, bize; dünyanın her zaman bir köy olduğu gösteren örnekler.

Bu köyün neredeyse son 300 yıllık temel iktisadi hayatı, örgütlü, kurumsallaşmış bir “minimum maliyet-maksimum kâr” hedefiyle sürdürülüyor. Ulusal ve uluslararası sermayelerin bu hedefine uzun zamandır “neo-liberal” politikalar adı altında bizatihi siyasi iktidarlar da katıldı. Sağlık politikaları açısından örneklemek gerekirse; “sosyal güvenlik açığı” bahaneleriyle sağlık hizmetlerinin kapsamı daraltıldı, özelleştirme uygulamaları arttı. Büyük ilaç ve medikal şirketleri ile özel sağlık kuruluşlarının kâr hedefine dayalı bir sağlık politikasına geçildi.

Oysa Kovid-19 olmasaydı da insanlık uluslararası düzeyde entegrasyonu sağlanmış bir halk sağlığı politikasına ihtiyaç duyuyordu. Örneğin, sabunla el yıkamanın Kovid-19’a yakalanmayı engellediği, salgının yayılım hızını düşürdüğü söyleniyor ancak milyarlarca insan bırakın el yıkamayı içecek bir bardak temiz su dahi bulamıyor. Tuvalet kullanımının önemine vurgu yapılıyor ancak Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyada her 3 kişiden birinin temiz ve sağlıklı tuvaletlere erişim imkânı bulunmuyor. İyi beslenmenin, uykunun ve evde kalmanın salgına karşı dayanıklılığı yükselttiği sıklıkla hatırlatılıyor, ancak yaklaşık bir milyar insan açlık çekiyor, dünya genelinde 1.5 milyar insan düzenli barınma imkânlarından mahrum yaşıyor.

Eşitsizliklerden besleniyor

Bu kötü tabloya karşı 2019 yılında dünyadaki en zengin 2 bin 153 kişinin serveti, en yoksul 4.6 milyar kişinin toplam servetini geçmiş durumda. Birleşmiş Milletler’e üye ülke sayısı 193. Buna karşın yaklaşık 87 trilyon dolarlık küresel hasılanın yüzde 86’sı G20 ülkeleri tarafından üretiliyor. Üstelik G20 ülkeleri arasında yer alan Çin, Kovid-19’un başladığı ülke. Salgın nedeniyle en fazla kayıp veren ülkeler listesinde de G20 ülkeleri ilk sıralarda: ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, Rusya, Türkiye… Sahip oldukları ekonomik güce rağmen virüsten korunamıyorlar. Çünkü salgın, neo-liberal politikaların yarattığı derin toplumsal ayrımlardan ilerliyor, eşitsizliklerden besleniyor, salgın yıllardır üstüne toz kondurulmayan küresel piyasa ekonomisinin açtığı eşitsizlik üreten yollardan G20 ülkelerinin evlerine kadar giriyor. Haliyle dünya ekonomisinin yerli yerine oturmuş olduğu savunulan dengesi bozuluyor, jeopolitik hesaplar sıfırlanıyor, finans piyasaları sarsılıyor. IMF Başkanı Kristalina Georgieva, yeni bir “Büyük Buhran”a hazırlıklı olma uyarısında bulunuyor.

Peki, yeni dünya nasıl olacaktır, olmalıdır? Biz demokratlar neyin mücadelesini vermeliyiz? Kasım 2017’de Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım konuşmada, Karl Marx’ın “Dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganına atfen, otoriter iktidarlara karşı “Dünyanın bütün demokratları birleşin” çağrısında bulunmuştum. Üç yıl önce yaptığım bu çağrının önemi dünyanın içinden geçtiği Kovid-19 sürecinde çok daha netleşmiş durumda, tüm demokratlar birleşmelidir. Kovid-19 sonrası yepyeni bir uygarlık kurulacaksa bunu ancak ve ancak demokratlar yapmalıdır. Kovid-19’un neden olacağı çöküntünün, baskıcı ve otoriter yönetimleri güçlendireceği, yeni örneklerini ortaya çıkaracağı ihtimali nedeniyle de demokratların uluslararası dayanışması zorunludur. Demokratlar, dünyanın Kovid-19 sonrasını, baskıcı ve otoriter iktidarlara, neo-liberal politikaların uygulayıcılarına bırakamaz.

‘Sosyal devlet’e dönüş

Demokratların birlikteliğinin temel iki önermesi, “minimum maliyet-maksimum kâr” anlayışına dayalı üretim ve tüketim politikalarından vazgeçilmesi ve gelişmiş ülke vatandaşlarının sahip olduğu sosyoekonomik temel yaşam koşullarının, tüm insanlığın sahip olacağı haklar bütünü olarak görülmesi olmalıdır. Bu değişim, II. Dünya Savaşı sonrası, temelleri Avrupa’da atılan ancak son 40 yılda peyderpey vazgeçilen “sosyal devlet” politikalarına, yeni politikalar eşliğinde dönüş anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla dünyanın geleceğini yeni sosyal devlet politikalarıyla şekillendirecek uluslararası bir dayanışmadan söz ediyorum. Yeryüzünün yeraltı ve

yerüstü zenginliklerini ve tüm finansal hareketliliğini “kâr” şartına bağlı olarak gören, bu doğrultuda biyolojik çeşitliliği dahi ortadan kaldırmaktan çekinmeyen, hava kirliliğini göz ardı eden, suya ulaşım hakkını, topraklarımızı ekip- biçme hakkını, nitelikli barınma hakkını, nitelikli eğitim hakkını, seyahat hakkını, adalete erişim hakkını, hesap sorma ve hesap verilmesini bekleme hakkını ve diğer temel haklarımızı yok sayan neo-liberal/popülist yönetim anlayışına karşı uluslararası dayanışmayı zorunlu kılan yeni bir uygarlık inşası şarttır.

Bu noktada, dünyanın Kovid-19 öncesindeki ana gündemini anımsayalım: Göçmenler. Yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca göçmen, daha iyi bir yaşam için başka ülkelerde umut arıyor. Yaşam koşullarının daha iyi olduğu düşünülen ülkeler ise göçmenleri sınırlarından içeri sokmamanın yollarını bulmaya çalışıyor. Oysa virüs, bizlere yoksulların ve göçmenlerin masumiyetini bir kez daha gösterdi.

Ne yoksullar ne de göçmenler, virüsün taşıyıcısı. Evet, krizin sonuçları ağırlıklı olarak yoksulları ve göçmenleri vuruyor. Ancak virüs uluslararası hareketliliği yüksek olan orta- üst sınıflar tarafından taşınıyor, üstelik sorumsuzca. Sırf bu nedenle bile neo-liberal politikaların ve küreselleşmenin nimetlerinden yararlanan sınıflar, yaşamı tehdit eden bu krizde, insanlığın ortak geleceği için faturanın önemli bir kısmını üstlenmeli. Çünkü yaşadığımız salgın, insanlığın ve ülkelerin kaderinin birbirine bağlı olduğunu bizlere bir kez daha gösterdi. Örneğin, bütçe fazlası veren Almanya, Kovid-19’a karşı, kendi vatandaşlarını maksimum seviyede koruyabilir.

Fakat İtalya’nın, Türkiye’nin, Gürcistan’ın veya İran’ın salgına karşı olası başarısızlığı, Almanya’nın da orta vadede başarısızlığı demek… Üstelik sürece sadece ekonomik bir sorun olarak da bakılamaz. Sorunun ekonomik boyutu kadar önemli olan kişisel ve evrensel düzeydeki vicdani/ahlaki sorumluluklarımızdır. Kabul etmeliyiz ki tüm dünyanın her anlamdaki güvenliği, dünyanın en azgelişmiş ülkelerinin her anlamdaki güvenliğine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür.

Tarihin akışı değişiyor

Dünyanın bir köy olduğunu söylemiştim. Öyleyse Kovid-19’a bağlı sıhhi ve iktisadi kriz hızla ağırlaşırken ülke ve birey bazında dostlarımızın, komşularımızın yüzüne bakabileceğimiz bir geleceği düşünmeliyiz. “Her şerde bir hayır vardır” misali yeni bir uygarlık inşasına ihtiyacımız olduğunu kabul etmeli ve buna akıl yormalıyız. Özetle “Batı” dediğimiz coğrafyaya da sorumluluğunu, yükümlülüklerini anımsatan küresel çapta alçakgönüllü, dayanışmacı bir uygarlık inşasına başlamalıyız.

Bu yeni uygarlık, uygarlığın sağladığı haklar bütünü ekolojik, eşitlikçi, insancıl, adaletli, demokratik, özgürlükçü ve yukarıda da vurguladığım gibi alçakgönüllü ve dayanışmacı olmalıdır. Herkes için, her alanda ve uluslararası düzeyde… Tarihin akışı değişiyor… Önemli olan tarihin ne yönde ve nasıl değişeceği ve bizim de hangi tarafta olacağımızdır. Biz halktan ve demokrasiden yana, halkla ve dünyanın tüm demokratlarıyla birlikte olacağız.

Peki, yeni dünya nasıl olacaktır, olmalıdır? Biz demokratlar neyin mücadelesini vermeliyiz? Kasım 2017’de Avrupa Parlamentosu’nda yaptığım konuşmada, Karl Marx’ın “Dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganına atfen, otoriter iktidarlara karşı “Dünyanın bütün demokratları birleşin” çağrısında bulunmuştum. Üç yıl önce yaptığım bu çağrının önemi dünyanın içinden geçtiği Kovid-19 sürecinde çok daha netleşmiş durumda, tüm demokratlar birleşmelidir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu