AB treni kaçmasaydı
AK Partinin iktidara geldiği 2002 ila 2007 arasındaki beş yıllık iktidar dönemini hatırlayanlarımız vardır. O günlerde yapılan AB Zirvesi’nin ardından 19 Aralık 2004 tarihinde saat 14.25’te Türkiye’ye dönen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ankara’ya gelişi tam bir ‘zafer kutlaması’ havasına sokulmuş, Sabah saatlerinden itibaren Kızılay’ın her yeri AB balonları, bayrakları ve Türk bayrakları ile donatılmıştı.
Sıhhiye köprüsü başta olmak üzere, Kızılay civarındaki yüksek binalara ve köprülere “Teşekkürler Recep Tayyip Erdoğan, teşekkürler 59’uncu hükümet” yazılı dev pankartlar asılmış, Kızılay Meydanı’ndaki elektrik direkleri, mavi AB bayrakları ve balonlarının yanı sıra, Türk bayrakları ve kırmızı beyaz balonlarla süslenmişti.
Başbakan Erdoğan’ı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in yanı sıra, çok sayıda partili karşılamış Büyükşehir Belediyesi’nin ve AK Parti’nin otobüsleri, araçları havaalanında konvoy oluşturmak üzere gönderilmişti.
Bir konvoyla Sıhhiye’ye giren Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül burada araç değiştirerek alana gelmişlerdi.
Üzeri süslenmiş aracın üzerinde konuşan Gökçek, tüm halk adına Erdoğan’a teşekkür etmiş Ardından da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuşarak, Türkiye’nin AB konusunda önemli bir adım attığını savunmuşlardı..
O tarihten sonra olup bitenler zaten hepimizin gözleri önünde cereyan etti. Öteden beri Türk insanının AB’ye giriş hayalinin AK Parti hükümeti döneminde gerçekleşeceğini düşünenler geçen süre içerisinde birbiri ardına hayal kırıklığı yaşayıp durdular.
Dünyada yaşayan yaklaşık 8,5 milyar insanın tamamının tek bir amacı var “Daha iyi bir yaşam sürmek”, böylesi bir amacın gerçekleştirilmesi adına son 15-20 yılda AB’ye mensup ülkeler kabul etmek gerekiyor ki diğer ülkelere tur üzerine tur bindirdiler.
Türkiye o günlerde AB’ye giriş çalışmalarından vazgeçmese ve bu ideal gerçekleşmiş olsa acaba bugün büyük bir kesim tarafından “yok” denilen “Adalet” bu kadar tartışılır mıydı? Yıllar yılı bu ülke insanının sırtından inmeyen mafya ya da suç örgütleri bu kadar rahat at oynatabilirler miydi? şeklindeki sorular hepimizin kafasını kurcalıyor.
Türkiye içerisinde bulunduğumuz günlerde son derece sancılı bir süreç yaşıyor. Yıllar yılı devam eden olumsuzluklar birden bire hayatımıza girdi, hayat bir anda olağanüstü pahalandı, alım gücü azaldı, işsizlik tavan yaptı, herkesi büyük bir karamsarlık ve bu karamsarlığa bağlı olarak umutsuzluk sarıp sarmaladı.
AK Parti hükümetlerinin bir anda neden AB sevdasından vazgeçtiğini belki bundan yıllar sonra öğrenebileceğiz. Şimdi okuyucularımızın bir kısmı “-İnsan hayatının daha olumlu bir şekilde devam etmesi için ille de AB’ye girmek gerekmiyor” yorumunu yaptıklarını duyar gibiyiz.
Bu yoruma bizim hiçbir itirazımız olamaz ancak geldiğimiz noktada hayatımızı kolaylaştıracak yasaların çıkması adına çok olağanüstü bir gayret sarf ettiğimiz de söylenemez.
Türkiye’nin geri kalmasına vesile olan 12 Eylül 1980 ihtilalinin üzerinden 40 yıl geçti, O tarihten sonra nerede ise iktidara gelmeyen dünya görüşü kalmadı ancak ne hikmetse 12 Eylül cuntasının hayata geçirdiği siyasi parti kanunu olmak üzere pek çok sorun ortadan kaldırılamadı herkesin özlemi olan “Sivil Anayasa” tüm partilerin anlaşabileceği bir şekilde hayata geçirilemedi.
İçerisinde bulunduğumuz bu sıkıntılardan kurtulmanın yegane kurtuluş reçetesi galiba bir erken seçim, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin bu memleketin derdine derman olmadığı aksine var olan sorunlara yeni sorunlar eklediği arttık partili partisiz herkes tarafından kabul ediliyor.
Yıllar önce AB trenini kaçırmasak bugün hayatımız belki hiç olmadığı kadar iyi bir durumda olacaktı, Bundan çok değil 20 yıl önce şartlarımızın hemen hemen eşit olduğu AB ülkelerinin bugünkü durumunu gördükçe neler kaçırdığımızı daha iyi anlıyor dizlerimize vurup duruyoruz.
Yazık oldu bize…