Kültür Sanat Tarih

Başbuğ: ‘Türk devriminin temel taşı Laiklik ilkesidir’

Başbuğ; "Türk devrimi bir “aydınlanma” devrimidir. Türk halkının aydınlatılması amaçlanmıştır. Modeli ve esin kaynağı ise 18. yüzyılda Avrupa’da başlatılmış olan aydınlanma hareketidir" dedi.

Başbuğ: ‘Türk devriminin temel taşı Laiklik ilkesidir’Başbuğ; “Kişiler düşünce sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderebilirler” dedi. detaylar haberimizde…

Başbuğ: ‘Türk devriminin temel taşı Laiklik ilkesidir’

Türk devrimiyle Türk halkının aydınlatılması amaçlanmıştır. İnsanın geleceğine hâkim olabilmesi, “düşünce” sahibi olmasına bağlıdır. Düşünce sahibi olmanın yolu ise eğitimdir. Atatürk önce, eğitimin önemine şu sözleri ile değinmiştir: “İlmi rehber kabul edeceğiz.”

Türk devrimi bir “aydınlanma” devrimidir. Türk halkının aydınlatılması amaçlanmıştır. Modeli ve esin kaynağı ise 18. yüzyılda Avrupa’da başlatılmış olan aydınlanma hareketidir. Aydınlanmanın gerisinde, bilindiği gibi hümanizm hareketiyle, rönesans vardır. Hümanizm, insan zihnine özgürlük verilmesi şekliyle tanımlanabilir.

Türk devriminin modeli Batılılıktır. Ancak Atatürk Türkiye’nin tam olarak ne Doğu’ya ne de Batı’ya gönül bağlamasına karşıdır.

16-17 Ocak 1923’te İzmit’te yaptığı konuşmada bu konuya şöyle değinmiştir: “Bugün, bu dakikada dayanmaya değer ve güven verici olan siyaset yalnız kendi mevcudiyetimize dayanarak yürümektir. Ne Doğu’ya ne de Batı’ya gönül bağlamalıyız. Fakat bu demek değildir ki, yarın vuku bulacak gelişmeler karşısında herhangi bir kısma daha çok yaklaşmak mümkün değildir, uygun değildir.”

Türk devrimi felsefesinin temel taşı nedir?

Atatürk aslında bu sorunun cevabını da, 28 Aralık 1919’da Ankara’nın ileri gelenleriyle yaptığı konuşmada vermektedir: “Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddi ve fikir, düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Milli hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır…

Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Milli Hâkimiyet…

Teşkilatın diğer ayrıntılarına bakacak olursak işe, köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani ‘kişiden’ başlıyoruz…

Kişiler düşünce sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir… Hepimiz bu devletin Müslüman ve Müslüman olmayan unsurları ‘aynı haklar ve yetkiyle’, aynı şekilde vatandaşıyız.”

“Eğitim sisteminin rehberi”

Kişilerin geleceğiyle kendisinin ilgilenebilmesi, yani insanın geleceğine hâkim olabilmesi, her şeyden önce kişilerin “düşünce, fikir” sahibi olmasına bağlıdır. Düşünce sahibi olmanın yolu ise eğitimdir. Eğitim sisteminin “aklı” ve “bilimi” esas alması ile her şeyi sorgulayan, analiz ve sentez yapabilen düşünce sahibi bireyler yetiştirilebilir. İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, Türk devriminin temel taşını çok doğru şekilde tespit eden akademisyenlerden birisidir. Lewis’in görüşü şöyledir:

“Özgürlük bir devletin başka devletler karşısındaki yeriyle ilgili olduğu kadar, bireyin devlet içindeki yeriyle de ilgili bir kavramdır.

“Eğitim insanları özgürleştirir”

Mustafa Kemal, yıllar önce aynı konuya, eğitimin önemine şu sözleri ile değinmiştir: “Milletin siyasi ve toplumsal hayatında, düşünce yapısında, her türlü dış etkiye karşı koyabilmesi için ilmi ve fenni bilimi rehber kabul edeceğiz.”

Mustafa Kemal’in 5 Ağustos 1922’de mekteplerde hangi genel konuların öğretilmesine ilişkin not defterine yazdığı düşünceleri de ilginç olduğu kadar, önemlidir de. “Mektep genç dimağlarda, insanlığa hürmeti, vatan ve millete sevgiyi, şeref ve bağımsızlığa bağlılığı ve bağımsızlık tehlikeye uğradığı zaman onu kurtarmak için uygulanması lazım gelen kurtuluş yollarını öğretir.”

Atatürk’ün 1922 yılında okullarda öğretilmesi gereken konuların başına “insanlığa hürmeti” koyması inanılmazdır. Onun büyüklüğünü net olarak ortaya koymaktadır. İnsanlığa hürmet, insan haklarına saygıyı, insanların geleceğine hâkim olmasına verilen öneme işaret etmektedir.

“Bireyin düşünce sahibi olması”

Her devrim kendine özgü kurumsal örgütlenmeler ve kültür altyapılarını geliştirmiştir. 3 Mart 1924’teki Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitime ve öğretime yeni bir yön verilmeye çalışıldığı ortadadır. Çünkü Türk devriminin oturması, gelişmesi ve korunması her şeyden önce “milli” ve “laik” bir eğitim ve öğretim sistemine bağlıdır.

Amaç; bireylerin düşünce sahibi olmasını ve kendi geleceğiyle ilgilenmesini sağlamaktır.

Bireylere bu hak tanınırken, kendilerine bazı sorumluluklar da yüklenmiştir. Bu sorumlulukların başında; vatan ve millet sevgisine sahip olmak, şerefli ve onurlu yaşamak ve ülkenin bağımsızlığı tehlikeye uğradığı zaman onu kurtarmak için mücadele etmek gelmektedir.

“Hedefe nasıl ulaşılacak?”

Peki, Türk devrimi bu hedefe nasıl ulaşacaktır?

Atatürk, 5 Kasım 1925’te Ankara’da yaptığı konuşmada bu sorunun cevabını vermiştir:

“Millet bütün kanunlarının ancak dünyevi ihtiyaçlardan ilham alan ve ihtiyacın değişmesi ve gelişmesiyle, devamlı olarak değişmesi ve gelişmesi esas olan dünyevi bir idare zihniyetini hayat sebebi saymıştır.”

Atatürk, bu sözleriyle din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Laik devlet anlayışına işaret etmektedir. Laik devlet düzeni olmadan “kişilerin özgürlüğü, kendi geleceğine hâkim olabilmesi” yaşama geçirilemez.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laik devlet oluşu kolay olmamıştır. Uzun bir mücadele sonunda bu hedefe ulaşılmıştır.

10 Nisan 1928’de anayasadan “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini İslam’dır” maddesi kaldırılmıştır. 1937 yılında da anayasaya laiklik ilkesi eklenmiştir.

Laiklik ilkesi, Türk devriminin ana omurgasını oluşturmaktadır.

Laiklik ilkesinin siyasi, hukuki, felsefi ve sosyolojik tanımları, anlamları bulunmaktadır. Bu nedenle, laiklik ilkesine bir bütün olarak bakılmalıdır. Aksi takdirde, tutarlı ve doğru sonuçlara ulaşılamaz.

“Laiklik ilkesi nedir?”

Siyasi anlamda laiklik, siyasi otoritenin aynı zamanda dini otorite olmasına son verilmesidir. 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılmasıyla bu husus tam olarak gerçekleştirilmiştir.

Siyasi anlamda laiklik aynı zamanda siyasi faaliyetlere dinin karıştırılmamasıdır.

Dinin ve din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin “siyasi” veya “kişisel çıkar” yahut “nüfus sağlama” amacıyla her ne olursa olsun istismar edilmesi ve kötüye kullanılması da laikliğe aykırı bir davranıştır. Maalesef Cumhuriyet’in her döneminde bu konuda sorun yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.

“Aklın egemenliği”

Hukuki anlamda laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bunun yanında devletin bütün din ve mezheplere karşı nötr ve eşit mesafede kalmasıdır. Felsefi anlamda laiklik ise her türlü inanca saygı yanında, “aklın egemenliğinin” kabul edilmesidir. Bu prensip milli eğitimin vazgeçilmez niteliğidir.

Sosyolojik anlamda laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün korunmasıdır.

Türk milleti olarak, Atatürk’e çok şey borçluyuz. Böyle bir lidere sahip olduğumuz için ne kadar öğünsek azdır. Ama ona layık olabilmenin de hepimize düşen bir görev olduğunu unutmamalıyız.

Her şeyden önce Atatürk’ü doğru şekilde anlamaya çalışmalıyız.

UNESCO Genel Konferansı 27 Kasım 1978 günü bir karar almıştır. Bu kararda bakınız Atatürk şöyle tanımlanmıştır:

“UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda olağan-üstü bir devrimci olduğunu göz önünde tutarak… Özellikle, sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşlardan birinin ilk lideri olduğunu kabul ederek… Dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için bir örnek oluşturduğunu… Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din veya ırk ayrımı gözetmeden bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını hatırlayarak… Eylemleri her zaman barış, uluslararası anlayış ve ‘insan haklarına saygı’ yönünde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk.”

Düşünülmesi ve sorgulanması gereken diğer önemli nokta ise şöyledir:

Atatürk’ün Türk devrimini hangi zorluklara karşı inanılmaz bir mücadele ile gerçekleştirdiğini, Türk devriminin temel taşını, bireylerin hak ve sorumluluklarını, Türk devriminin ana omurgasını ise laiklik ilkesinin oluşturduğunu, her şeyin “milli” ve “laik” bir eğitim sistemine bağlı olduğunu bizler tam olarak anlayabildik mi? Bunların önemini ve vazgeçilmezliğini yeterli şekilde anlamadan, Türk Devrimi’ni bilinçli olarak korumak ve savunmak zordur. Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu